Bodrum marinanın bir arka sokağındaki evden çıkıyorum. Üç dakika sonra deniz kenarındayım. Denizi görür görmez insanın içini bir huzur kaplıyor. Yelkenlilerin, teknelerin dizi dizi direkleri gökyüzünü kaplamış, aralarından kış güneşi yüzüme dokunuyor. Biraz ötede balıkçılar tezgahlarını açmış, aralarında koyu bir sohbete dalmışlar. Ocak ayı belki de Bodrum’un en soğuk olduğu zaman. Etraf sakin ama ıssız değil. Yaz aylarının çılgın hareketliliği olmasa da Bodrum kışın da yaşayan bir şehir. Bodrum Kalesi’ne varmadan sola kıvrılıp, meydandan çarşıya giriyorum. Yollar bakıma alınmış, belli bir yere kadar toz, toprak içinde yürüyorum. Dükkanlar açık, meşhur Yunuslar Karadeniz pastanesi açık. Vitrine bakıyorum, tereddüt ediyorum ama elim boş yoluma devam ediyorum. Deniz hemen sağımda, biliyorum. Dükkanların arasından bir boşluk bulur bulmaz kendimi kumsala atıyorum. Bodrum Kalesi artık sağımda. Önümde masmavi deniz. Mutlu olmak bazen çok kolay. Hafızamı zorluyorum ama hatırlayamıyorum. Belki de daha önce hiç gündüz gözüyle bu sahili bu kadar boş görmemiştim. Bodrum’un meşhur sokak köpekleri beni yalnız bırakmıyor. Kumlara oturuyoruz beraber. Yüzümde hep bir gülümseme.
Hemen arkamda yeni açılmış bir restoran (Babe Bodrum) var. Beyazlar içinde bir teras. Kaptan köşkünde oturur gibi denize nazır. Kumsala vuran dalga sesi, parlak kış güneşi ve ısmarlayacağım bir kadeh soğuk şarabı duyunca Zeynep de dayanamıyor, benim rotamı izleyip, bana yetişiyor. Sırf bu keyif için Bodrum’a yerleşilir diyorum. Ama Bodrum’a yerleşen ben değilim. Blogda pek çok yazının yazarı ve ablam Zeynep. Ben sadece ona ilk günlerinde eşlik ediyorum. Zaman ne gösterir, onu da hiçbirimiz bilemeyiz.
Çocukken ve hatta üniversiteye kadar bütün yazlarımız Bodrum’da geçti. Önce Torba, sonra Gündoğan ve en son Hebil Koyu’nda yazlığımız oldu. Bodrum’dan hiç sıkılmadım ama belki de en keyifli sefer Bodrum’un en soğuk günlerine denk geldiğimiz bu Ocak ayındaki seferdi. Kısacası, Bodrum artık bitmiştir, gidilmez diye düşünmeyin.
Yorum yapılmamış