İngiltere’nin güneybatısında tiyatro dekorunu andıran bir şehre götürmek istiyorum sizi. Unesco’nun 1987 yılında Bath’ı şehir olarak Dünya Mirası listesine aldığını söylesem belki ne kadar güzel bir şehir olduğunu hayal etmenize faydası olur. Genelde şehirlerin belli bölge veya yapılarına bu statü verildiği için bütün bir şehrin Dünya Mirası kabul edildiğini öğrenince etkilenmedim desem yalan olur.
Bath’a geçen yaz Portishead ziyaretimiz sırasında sadece birkaç saatliğine gidebilmiştik. Aklımda bir sürü yer kalarak döndüm ama her zaman dediğim gibi geri dönmek için sebeplerinin olmasının da ayrı bir güzelliği oluyor. Portishead yazımda da bahsetmiştim, İngiltere’nin kırsal bölgesi doğasıyla insanın başını döndürüyor. Çok yağmur almasının da etkisiyle her yer yemyeşil bir halıyla kaplanmış gibi.
Bath’ın en önemli mimari yapılarından biri yarım ay şeklindeki Royal Crescent. Onesekizinci yüzyıldan kalma Royal Crescent’in orjinal halini görmek isteyenler için No.1 Royal Crescent yani yapılan ilk bina bir müze haline getirilmiş. Crescent aynı zamanda beş yıldızlı bir otel olan The Royal Crescent’e de ev sahipliği yapıyor. Lüks bir haftasonu geçirmek isteyenlerin aklında olsun.
Pulteney Köprüsü – Bath’da ilk gördüğümüz yerlerden biriydi. Daha önce Floransa’ya gidenlere tanıdık gelecektir. Pulteney Köprüsü aynı Ponte Vecchio gibi içinde dükkanlarında olduğu tarihi bir köprü. Şehrin bana göre en etkileyici yapılarından biri olan köprüyü en güzel görebileceğiniz yerlerden biri ise Parada Gardens.
Parade Gardens – İlk dikkatimi çeken parkın hemen girişinde üzerinde Jane Austen yazan dev kitap olmuştu. Sonradan anladım ki, bir dönem Bath’da yaşayan Jane Austen’in şehir için önemi büyük ve birçok yerde kendisine yapılan referansları görmek mümkün. Parade Gardens, şehrin göbeğinde yemyeşil bir park. Havanın güneşli olduğu dönemlerde İngilizlerin meşhur kırmızı beyaz çizgili şezlongları da piyasaya çıkıyor. Şezlonglar ücretsiz, boş bulduğunuzu kapabilirsiniz.
The Jane Austen Center (40 Gay Street, Queen Square) – Jane Austen hayranıysanız eğer The Jane Austen Center’ı görmeden dönerseniz üzülürsünüz. Kendinizi dönem filmlerinde birini hissetmek isterseniz, giyebileceğiniz kostümler bile size hazır belkliyor olacak. Harika fotoğraflar da çekeceğiniz eminim.
Roman Baths (Abbey Church Yard) – Adından anlaşılacağı üzere Bath en çok doğal sıcak su kaplıcalarıyla biliniyor. Şehrin hemen göbeğinde büyük kilisenin (Abbey) olduğu meydanda önünde kuyruk oluşmuş bir yapı görürseniz doğru yerdesiniz.
Bath’da görülecekler elbette bu yazıdakilerle sınırlı değil. Her zamanki gibi size yeni bir seyahat noktası için fikir verip, gerisini sizin deneyiminize bırakmayı tercih ediyorum.
The Bath Bun (2 Abbey Green) – Soğuk sandviçleri ve küçük tatlılarıyla çay saati için doğru adres. Ayrıca Bath’ın en çok fotoğraflanan köşelerinden biri de bu küçük dükkanın önü.
The Griffin Inn (Monmouth St) – Hem yemek yiyebileceğiniz çok tatlı bir pub hem de kalabileceğiniz bir otel. Özellikle barı yemek yemek için çok keyifli.
Sally Lunn’s (4 North Parade Passage) – Sally Lunn’s Bath’ın en eski binalarından birinde. Sabah kahvesinden akşam yemeğine kadar günün herhangi bir zamanı gidebilirsiniz.
Yorum yapılmamış